Aşık Beyin
Güncelleme tarihi: 6 Şub 2021
Başak Toker - Moleküler Biyoloji ve Genetik, Temel Bilimler Fakültesi, Gebze Teknik Üniversitesi
Aşk, insanlığın başlangıcından beri en büyük ilgi odaklarından biri olmuştur. Şiir, müzik, edebiyat, resim ve diğer pek çok sanat dalının ana ilham kaynağı haline gelen romantik aşk, son yıllarda sanat dünyasının yanı sıra bilim dünyasının da ilgi konusu olmuştur. Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme (fMRI) ve Pozitron Emisyon Tomografisinin (PET) piyasaya sürülmesinden sonra nörobilimciler, sevgi ve şefkat de dahil olmak üzere duyguların nörobiyolojisi ve nörokimyasına gitgide artan bir ilgiyi göstermeye başlamışlardır. Nörobiyologlar, bağlanmanın altında yatan nörokimyasal mekanizmaları aydınlatmak için hayvan modellerinde çiftlerin bağlanma mekanizmaları üzerinde çalışmışlardır. Bu çalışmalar ile; oksitosin, vazopressin, dopamin hormonlarının ve bunların reseptörlerinin çift bağları ve tek eşlilikte olası rollerini göstermişlerdir. Bunların dışında; serotonin, kortizol, sinir büyüme faktörü ve testosteronun da sevgi ve bağlanmadaki rolüne dair kanıtlar bulunmaktadır.[1]
Romantik aşk; ses, akıl, çekicilik, sosyal ve mali durum gibi diğer faktörlerin de etkisi olmasına rağmen çoğu zaman görsel bir girdiyle tetiklenmektedir. Bu nedenle, insanda romantik aşkın sinirsel ilişkilerini araştıran ilk çalışmalar görsel girdiler aracılığı ile gerçekleştirilmiştir. Yapılan bu araştırmalar; derinden, tutkuyla ve umutsuzca aşık olduğumuz birinin yüzüne baktığımızda, beyindeki bazı spesifik alanların bu duygularla ilişkili olarak çalıştığını göstermiştir. Ayrıca, bu durum cinsiyetten bağımsız olarak geçerlidir. Bu ilişkili alanlardan üç tanesi serebral kortekste ve diğer birkaçı subkortikal istasyonlarda bulunmaktadır. Bunların hepsi, “duygusal beyin” olarak bilinen şeyin parçalarını oluşturur. Romantik aşk, elbette fiziksel arzu ve şehvet gibi diğer dürtüleri içeren ve bunlardan kolayca ayrılamayan karmaşık bir duygudur. Ancak fiziksel dürtüler sevgi yokluğunda da ortaya çıkabileceğinden, romantik aşk duygusundan ayırt etmek mümkündür.
Aşkın Nörokimyası
Aşk duygusu ile ilişkili beyin bölgeleri, kortekste medial insula, anterior singulat ve hipokampus; alt kortekste ise striatumun parçaları ve nükleus akkumbenstir.

Aşk; neşe, coşku, genellikle dayanılmaz ve tarif edilemez bir mutluluk duygusu yaratır. Romantik duygular sonucu aktive olan alanlar; ödül, arzu, bağımlılık ve öforik durumlarla ilişkili bir nöro-modülatör olan dopaminin yüksek konsantrasyonlarını içeren beyin bölgeleridir. Bu bölgeler, kokain gibi maddeler alındığında aktifleşen bölgelerle aynıdır. Dopamin salınımı, kişiyi bir “iyi hissetme'' haline sokar. Dopamindeki artış, iştah ve ruh hali ile bağlantılı bir nöro-modülatör olan serotoninin azalmasına sebep olur. Aşık olduğumuzda iştahımızın kesilmesi, uykusuzluk gibi durumlar işte bu serotonin azlığından kaynaklanır. Aynı şekilde, aşık olunca karşıdaki kişiye takıntılı bir hal içinde olunması, serotonin eksikliğiyle ilişkili olan obsesif kompülsif bozukluğuna benzer etkilere sahip olduğunu düşündürmektedir.
Oksitosin (kadınlarda) ve vazopressin (erkeklerde), özellikle karşılıklı bağlanma ile ilişkili hormonlardır. Her ikisi de hipotalamus tarafından üretilir; hem kadın hem erkekte cinsel birliktelik sırasında ve kadınlarda doğum ve emzirme sırasında kana salınmak üzere hipofiz bezinde depolanır. Bunun yanı sıra vazopressin erkeklerde sosyal davranışla, özellikle diğer erkeklere yönelik saldırganlıkla ilişkilendirilmiştir. Her iki nöro-modülatörün konsantrasyonunun, yoğun romantik bağlanma ve eşleşme aşamasında belirgin oranda artış gösterdiği görülmüştür.
Tek Eşlilik ve Çok Eşlilik
Bu konuda yapılan en ünlü çalışmalardan biri; çayır fareleri ve dağ fareleri deneyidir. Çayır fareleri, normal şartlarda tek eşli hayvanlardır. Tek bir partnere sahip olur ve tüm ömürlerini beraber geçirirler. Bu farelerde, oksitosin ve vazopressin hormonları engellendiği takdirde, rastgele bir şekilde çiftleştikleri görülmüştür. Bu iki hormon enjekte edilip çiftleşmeleri engellendiği takdirde ise cinsel dürtülerini bastırmak zorunda olsalar dahi partnerlerine sadık kaldıkları görülmüştür.
Çok eşli olan ve rastgele çiftleşen dağ farelerine aynı şekilde bu hormonlar enjekte edildiğinde ise hiçbir etkisi olmadığı görülmüştür. Daha sonra yapılan çalışmalar ile, dağ farelerinde bu hormonlar yüksek dozda bulunsa dahi hormonları algılayacak reseptörlerin sayısı çok az olduğundan dolayı işe yaramadıkları görülmüştür. Bu çalışmadan yola çıkılarak; oksitosin, vazopressin ve bunların reseptörlerinin yoğun olduğu durumlarda tek eşlilik, az olduğu durumlarda ise çok eşlilik görülebileceği sonucuna varılmıştır.
Maalesef, insanlarda bu şekilde bir çalışma yürütülemeyeceğinden dolayı, birebir aynı mekanizmanın işlediğine dair bir kanıt yoktur. Yine de benzer şekilde etkilerin olabileceğini düşünmek çok da yanlış bir çıkarım olmayacaktır. İnsan ırkı çoğu zaman tek eşli olarak kabul edilse de bunun böyle olmadığı ve bu tarz biyolojik faktörlere göre çeşitlilik gösterdiği düşünülmektedir.[2]
İlişki Aşamaları
1. Aşama: Aşık olmak
"Aşık olmak" bir ilişkinin ilk aşamasıdır. Bu aşama; yüksek tutku, yakınlıkta hızlı bir artış ve artan bağlılık ile karakterize edilir. Nispeten kısadır ve genellikle yaklaşık altı ay sürer. Bu aşamada daha çok heyecan ve stres baskındır. Stres, kendine güvensizlikten kaynaklanır ve ruh hali değişikliklerine yol açabilir. Kortizol seviyeleri yükselmesine rağmen, folikül uyarıcı hormon (FSH) ve testosteron seviyeleri aşağı regüle edilir. Yukarıda da bahsedildiği gibi aynı zamanda düşük serotonin ve yüksek NGF seviyeleri görülür.
2. Aşama: Tutkulu aşk
Birkaç ay ve bir yıl arasındaki süreçte öfori, heyecan ve stresin ilk aşaması; güvenlik, sakinlik ve denge duygularının hakim olduğu bir “tutkulu aşk” aşamasına dönüşür. Erken romantik aşkta anormal seviyelerde bulunan hormonlar, bu zamana kadar normal hallerine dönerler. Bu ikinci aşamada tutku yüksek olmaya devam ederken, samimiyet ve bağlılık istikrarlı bir şekilde artmaya devam eder. Stres azalır. Oksitosin ve vazopressin, çiftler arasında güçlü çift bağların oluşumunda rol aldıklarından dolayı, bu aşamanın ana faktörleri olduklarına inanılmaktadır.
3. Aşama: Arkadaş sevgisi
Tutkulu aşk aşaması, arkadaşça bir aşka dönüşmeden önce genellikle birkaç yıl sürer. Bu aşama, tutkunun azalmasıyla karakterize edilirken, samimiyet ve bağlılık yüksek kalır. Aslında bu aşamadaki aşk ilişkisi dostluklara oldukça benzer. Yine, oksitosin ve vazopressinin, çiftler arasındaki bağları eski haline getiren ve sürdüren baskın hormonlar olduğu düşünülmektedir. Tüm ilişkiler önünde sonunda arkadaş sevgisine dönüşür. Fakat birçok ilişki daha önceki aşamalarda sona erer. Tutkulu aşk aşamasının sonu, ayrılıkların en fazla olduğu 4. yıl ile çakışarak, tutkulu aşktan arkadaşlık aşka geçişin bir ilişkide özellikle kırılgan bir dönem olduğunu gösterir. Pek çok çift bu durumda ayrılacak ve “dört yıl” etkisine katkıda bulunacaktır. Ancak ilişkiye bağlılık yeterince güçlüyse, çift birlikte kalabilir. Öte yandan, bazı çiftler 20 yıllık evlilikten sonra dahi birbirlerine hala tutkuyla aşık olduklarını iddia etmektedirler. Bu da bazı ilişkilerin hiçbir zaman arkadaşça aşka dönüşmeyebileceğini, bunun yerine daha erken aşamalarda kalabileceğini gösteriyor. Bir ilişkinin belirli bir seyri takip etmesine hangi faktörlerin neden olduğu ise henüz net olarak bilinmemektedir.[1]
Referanslar
1. De Boer, A., van Buel, E. M., & Ter Horst, G. J. (2012). Love is more than just a kiss: a neurobiological perspective on love and affection. Neuroscience, 201, 114–124.doi:10.1016/j.neuroscience.2011.11.017
ve
2.Zeki, S. (2007). The neurobiology of love. FEBS Letters, 581(14), 2575–2579.doi:10.1016/j.febslet.2007.03.094
makalelerinden çevrilmiştir.