top of page
beyaz logo.png

Metafor Olarak Hastalık Kitap İncelemesi

Nagehan Uzuner - İletişim Bilimleri Doktora Adayı, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İletişim Bilimleri Doktora Programı


Metafor

Türkçe’ye Fransızca métaphore sözcüğünden geçiş yapan metafor; dilimizde mecaz anlamında kullanılmaktadır[1]. Mecaz kullanımına ise herhangi bir düşünceyi, davranışı ya da eylemin anlamını daha kolay kavratabilmek için, onun yerini tutabilecek simgelerle veya simgesel sözlerle ve benzetmelerle zihinde canlandırma durumu olarak tanımlanan alegoride sıklıkla rastlanmaktadır. Oxford Learner’s Dictionaries’de metafor, iki şeyin aynı niteliklere sahip olduğunu göstermek ve tasviri daha güçlü kılmak için, normal kullanımından farklı bir şekilde, bir başkasını ya da bir şeyi anlatmak için kullanılan bir kelime veya deyimdir[2]. Aynı sözlükte verilen örnekte futbol maçı; hayat mücadelesini ve yaşamdaki rekabeti anlatmak için kullanılan bir metafordur. Özetle bir ilgi ya da alaka kurularak yapılan benzetme vesilesiyle gerçek anlamından çıkıp, başka anlamlarda kullanılan sözcükler ve kavramları metaforlar olarak tanımlayabiliriz.


Edebiyattaki kullanımında metafor, eğretileme, mecaz anlamda kullanma ve istiare olarak da tanımlanmaktadır. Anlatımı ete kemiğe bürümek, sözcüklere canlılık vermek niyetiyle mevcut sözcüklere yeni beceriler kazandırma sanatıdır metaforların kullanımı. Sözcükler metafor olarak kullanıldıklarında öyle marifetlidirler ki mevcutta taşıdıklarından çok daha güzel, çok daha güçlü, çok daha derin, daha büyük ve çok daha acı anlamlar taşıyabilirler. Anlamı büyütürler. Ne de olsa sözcüklerin görevi meramımızı müthiş bir maharetle başkalarına aktarmak üzere taşıyıcılık yapmaktır.


Metafor; olan olduğu gibi dile getirildiğinde, olan şeyin mevcut hali, olanı olduğu gibi anlatmaya yetmediğinde olanın çarpan etkisini katlamaya gelen hizmetkârdır. Antik çağlardan beri de hastalıkları anlamada ve anlatmada çeşitli metaforlar kullanılmaktadır[3]. Mitler hastalıkları kalın ve ağır bir yorgan gibi örterken, onları anlamak için bu yorganı kaldırmak, havalandırmak ve güneşe sermek gerekir.


Metafor Olarak Hastalık

Edebî metinlerin pek çoğuyla ilişkilendirilebilecek en eski ve uzun referans metin olan Gılgamış Destanı’nın[4] tarih boyunca toplumlar tarafından benimsenmiş, her defasında yeni yorumlar eklenerek zenginleştirilmiş bir hikâyesi vardır. Bu destan bir yandan insanın zihinsel ve duygusal mekanizmasını ortaya koyarken bir yandan da insan ve toplum psikolojisinin özetini sunan en eski arketiplerin kaynağıdır. Gılgamış Destanı’ndan çıkan bu arketipler yüzyıllar boyunca pek çok destanda, masalda ve tiyatrolarda yaşatılır. Bahse konu arketipler Ortaçağ boyunca yinelenerek çeşitli hikâyelere, romanlara ve sinemanın doğuşuyla filmlere aktarılır[5]. Hastalıklarla ilgili en eski anlatılar da yine bu destana; Gılgamış Destanına kadar dayanır. Gılgamış Destanı’nda Enkidu arkadaşı için Tanrıya baş kaldırıp gökyüzü boğalarını öldürünce rüyasında ölümcül bir hastalığa yakalanır. Sonrasında bu kehanet yani rüyası gerçek olur. 7000 yıllık hikâyesi olan Gılgamış Destanı’nın etkilerini 21. yüzyılın hastalık söylemlerinde de görmek mümkündür. Gılgamış Destanı’ndan beri her hastalık ve her yaşanan felaket Tanrı’nın insanlığa verdiği bir ceza olarak kodlanır. Böylece hastalıklar nozolojinin onları sınıflandırdığı özelliklerle sınırlı kalmayıp, onlara atfedilen metaforlar ile yeniden ve yeniden kimliklendirilmeye devam ederler.


Sağlık ve hastalıklar hakkında üretilen yakın dönem eserlerinde de Gılgamış Destanı’ndaki arketiplere rastlanmaktadır. 1933 yılında Amerika’da doğan deneme yazarı ve kuramcı Susan Sontag’ın eserlerinde Roland Barthes’ten, Marquis de Sade’den ve Thomas Mann’dan etkilendiği görülmektedir. İnsan hakları savunucusu olan Susan Sontag, kendisi meme kanseri tanısı aldıktan sonra, kaleme aldığı Illness as Metaphor (Metafor Olarak Hastalık) adlı eserinde genellikle hastalıklar ile baş edebilmek için hastalığın gerçekliğini çarpıtan ve hastayı tecride iten bir mit yaratıldığını iddia eder[6]. Sontag bu deneme türündeki eserinde asırlardır toplumları esareti altına alan mitleri hastalıkların etrafından soyarak, onları olabildiğince çıplak ve yalın hale getirmeye çalışır.


Rönesans öncesi dönemde genellikle cinsel ilişkiler sebebiyle bulaşan ve tedavi edilmediğinde inme, körlük veyahut delilik gibi ağır sonuçlara yol açan frengi, farelerden insanlara geçen bir mikrop sebebiyle gelişen, bulaşıcı ve ölümcül bir hastalık olan veba gibi salgın hastalıkların insanlığı her bakımdan derinden etkilediği bilinmektedir. Koch basilinin yol açtığı, bulaşıcı ve ateşli bir hastalık olan verem ise akciğerlere yerleşerek 19. yüzyılın sonuna dek insanlığı etkisi altına alır. 20. yüzyıldan itibaren ise uzayan insan yaşamıyla beraber artan kanser rakamları, modern tıbbın, sağlık teknolojilerinin ve bilim insanlarının aktüel çalışma alanlarını oluşturur[6]. İnsanlık tarihi kadar eski olan kanser[3], bilgi iletişim teknolojilerinin yaygınlaşmasıyla beraber hiç olmadığı kadar görünür olmaya başlar. HIV/AIDS de kısa süreliğine de olsa kanserin elinden kaptığı popülerlik bayrağını gururla taşıyarak toplumları sarsmayı başarır.


Sontag’ın yaklaşımına göre insanlık tarihi boyunca, insanlar hastalıkları illa bir fenalıkla özdeşleştirerek başa gelmesi müstahak olarak suçlayacakları kurbanlar yaratırlar. Kendisi meme kanseri tanısı aldıktan sonra öznel bir deneyimle kanser tanılı bireylerin uğradıkları stigmatizasyonu daha da yakından keşfeden Sontag, hastalık metaforlarına ait sözlüğün sözcüklerinin askeri metaforlardan oluştuğunu vurgular[6]. Eserden bir alıntıya göz atacak olursak;


“Hastalık, hayatın gece karanlığıdır; daha sıkıntılı süren yurttaşlıktır. Doğup hayata gelen herkes, biri sağlıklılar, diğeri hastalar ülkesinde olmak üzere çifte vatandaşlığa sahiptir bu yeryüzünde.”


söylemiyle Sontag, hastalıklardan mustarip olanların kimliklerini tanımlamaya çalışır. Sontag’a göre hastalık metaforları da hastalıkların tarihi kadar eskilere dayanır. Tarih boyunca toplumlar, yaşadıkları hastalıklar sebebiyle gece karanlığındaki kimlikleriyle yaşayanları etiketleyen bir yargı makinesi olarak çalışır. Sontag’ın kitabını kaleme aldığı 70’li yıllardan bu yana da hastalık terminolojisinde köklü bir değişiklik olduğu söylenemez.


Örneğin; göğüs hastalıklarında yaygın görülen bir stigmatizasyon, tütün kullanımı ve hastalık ilişkisinin yaşamı boyunca sigara içmemiş olsalar da göğüs hastalıkları ile mücadele eden bireylerin sırtına koca bir yük bırakır. Toplumlara göre bazı hastalıklar hassas kalplilere, melankoliklerin başına gelirken, bazıları arsızlıktan vuku bulur bedende, kimisi susmaktan kimisi derdini içine atmaktan. Sebebi her ne olursa olsun hastalıklar, bilimsel verilerin dışında ancak toplumsal yaşamın tam ortasında toplumun ürettiği metaforlardan kendilerini soyutlayamadan çıkarlar ortaya.


Sontag, bu eserinde verem, kanser, frengi, AIDS ve veba gibi hastalıklarla modern tıbbın onları tasniflediği bilgilerin dışında ve ötesinde, bir sembol olarak toplumların ortak belleğine yerleşen hastalıkların anlamlarının izini sürer. Tarih boyunca değişip, dönüşen hastalık metaforlarının anlamlarını büyük bir çabayla açıklamaya çalışır[6].


Eserde geniş bir tartışma alanı bulan kanser ve verem hastalıklarının benzer olan tükeniş bağlamındaki metaforları her ne kadar kesişim noktası olsa da bir şekilde birbirlerinden ayrışırlar. Verem ahiret yaşamıyla ilişkilendirilirken, kanser ise Tanrının insanın ettiği fenalıklar sonucunda kestiği bir ceza olarak algılandığı vurgulanır. Verem olan birey, toplum normlarına uygun davranmayan biri olabilecekken, kanser tanılı birey kaybedenler kulübünün daimi üyesi olarak görülür. Kanser tanılı bireylerin hırsları ve bastırılan içgüdüleri hatta cinsel yolla neredeyse hiç tatmin olmadıkları dile getirilir. Eserde, Freud’un kanser tanısı almasının onun cinsel olarak hiç tatmin olmamış olduğundan, meşhur yazar Anton Çehov ve Filozof Simone Weill gibi yaratıcı kişilerin ise verem ile mücadelelerinin ardında romantik bir melankolinin izlerinden bahsedilir[6].


Verem görece acısız bir hastalık olarak görülür ve veremde en çok melankoliden söz edilirken, kanserin eşlikçisi olsa olsa ancak depresyondur. Kanser hastalıkları azap verici, ağrılı ve sancılı olarak tasvir edilir. Veremde ölüm huzur içinde karşılanırken, kanser vuku bulduğu bedene sefil ve acılı bir ölüm getirir. Öyle ki kanser onca istilacı gücüne rağmen vereme yakıştırılan melankoliyi bir türlü çalıp çırpamaz. Verem ile mücadele edenlerin pembe suretlerinin tasvirlerine edebi eserlerde şefkatle ve estetik bakımdan yer verilirken, kanser ile mücadele edenlerin öyküleri acınası, ürkütücü ve güzelliklerden çok uzaktadır. Kanser; edilen fenalıklar yüzünden ortaya çıktığından hastalığın adı da sıklıkla eğretileme yapmak için kullanılır. Örneğin İstanbul trafiği her gün milyonlarca İstanbulluyu kanser ederken kanserin kendisi, insan bedenine yayılan, çoğalan ve istilacı patolojisi, doğası sebebiyle insan bedeninin kendisine ettiği en büyük ihanet ve bela olarak görülür.


AIDS, her ne kadar verem ve kanserden farklı dinamiklere sahip olsa da AIDS etrafında üretilen metaforlar da tıpkı verem ve kanser için üretilen metaforlar gibi halâ güncelliğini korur. AIDS, kabaca fiziksel bir bağışıklık sorunu olarak tanımlanabilecekken, daha da kaba bir şekilde toplumun ahlaki ve biyolojik dokusuyla uyuşmazlığı eteğinde getirilen olumsuz kavramlar buketidir[6]. AIDS’in çoğunlukla cinsel yolla bulaşması herhangi bir viral pozitiften başka bir şey olmayacakken, ona atfedilen metaforlar mevcut patolojisinden daha fazla yozlaşmış başka bir ahlâka şapka çıkarır. Oysa temelde HIV pozitif de diğer viral pozitiflerden farklı özelliklere sahip bir şey değildir. Ancak toplumların vereme karşı gösterdikleri merhametli ve şefkatli yaklaşımın birazı bile kanser ve AIDS hastalıkları için gösterilmez.


Eserde, moderniteyle beraber ölümün tıbbileştirildiği dolayısıyla kanserin ölümün anlamından çalarak, bu gücü üstüne bir pelerin gibi giyerken, yaşarken ölmek anlamında yeniden üretildiği ortaya atılır. Kanser ise ölümle birlikte anılır. Modernitenin yeni ölümü kanserdir.


Sonuç niyetine


Metafor olarak Hastalık, son birkaç yüzyılda verem ve kanser hastalıkları etrafında şekillenen hastalık söylemlerini, hastalık metaforlarını ve toplumların hastalık algısını derinlemesine masaya yatırıyor. Eserin büyük bir bölümü, Sontag’ın kaleme aldığı edebi eserlerde, siyasetçilerin konuşmalarında ve askeri jargonda yer edinmiş örneklerden oluşuyor. Vereme karşı yüzyıllar boyunca romantik bir yaklaşım sergilenirken, toplumların kansere bakış açısının ise çok daha acımasız ve vahşice olduğu savı ortaya atılıyor. Sontag, eserinde ölümcül olan onca hastalığa rağmen yine de verem ve kanserin diğer hastalıklardan daha büyük birer musibet olarak görüldüklerinin altını çiziyor. Mutlu bir yaşamı olanların hastalıkları def edecekleri yaklaşımı enfeksiyon hastalıklarının keşfinden öncede kalabilecekken hala güncelliğini koruduğu görülüyor. Sontag, bu eseriyle insanın en büyük düşmanı olarak görülen hastalıklara yönelik üretilen savaş söylemlerinin 18'inci yüzyıldan sonra üretildiğini fark etmemiz için bize ışık tutuyor. Böylece hastalık anlayışımız üzerine yeniden düşünmemize vesile oluyor.


Hastalık metaforlarını üreten toplumlar kodladıkları anlamları ve bağlamları yeniden kodlayabilecek ve attıkları kördüğümleri çözebilecekleri güce sahiptirler. Hastalık metaforlarının hasta ve hasta yakınlarının gündelik yaşamlarındaki olumsuz etkileri ancak onları üretenlerin ellerini taşın altına koymalarıyla azaltılabilir. Sarmak, kuşatmak, istila etmek, ajan kullanmak, silahlanmak, bombardımana tutmak, patlatmak gibi askeri jargonun korkusuzca saçıldığı hastalık metaforları, her ne kadar uğruna savaşılan şey insan yaşamı da olsa hastalıkla mücadele sürecine pek de yardımcı olmuyor.


Modern tıpla beraber -Foucault’un da işaret ettiği gibi 18. yüzyıldan itibaren- hastalıklar psikolojik zeminde yeniden tanımlanmaya çalışılıyor[7]. Psikiyatrinin gelişimi, somatizasyon üzerine yapılan bilimsel çalışmaların da etkisiyle akıl hastalıkları kategorisinin genişleme kapasitesi gitgide artıyor. Bir yandan modern tıbbın bütüncül yaklaşımına kapı aralayan bu gelişmeler bir yandan da özellikle sosyal açıdan çeşitli dilemmaları da beraberinde getiriyor. İnsan ortak bir göbek kordonuyla karındaşı olduğu toplumla içinde yaşadıkları gezegenin karnındaki amniyotik sıvıyla beslendiği için hastalığı da asla yalnızca kendisine ait değildir. Hastalığı her ne kadar kendi bedeninde ortaya çıksa da karındaşı olduğu toplumun hastalıklara olan bakış açısından payını almak zorunda kalıyor.




Referanslar:

  1. Türk Dil Kurumu Sözlüğü, (2022). Metafor. 23 Ekim 2022 tarihinde https://sozluk.gov.tr/ adresinden alınmıştır.

  2. Oxford Learner’s Dictionaries, (2022). Metaphor. 24 Ekim 2022 tarihinde https://www.oxfordlearnersdictionaries.com/definition/english/metaphor?q=metaphor adresinden alınmıştır.

  3. Mukherjee, S. (2012). Tüm Hastalıkların Şahı: Kanserin Biyografisi, Domingo

  4. Bottéro, J. (2015). Gılgamış Destanı Ölmek İstemeyen Büyük İnsan, Çev. Orhan Suda, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

  5. Riganelis, G. Ö. (2020). DOĞA KARŞISINDA GILGAMIŞ DESTANI VE KUYUCAKLI YUSUF: VAHŞİ ADAM/DOĞA ADAMI ARKETİPİ OLARAK ENKİDU VE YUSUF. Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 13(29), 134-154.

  6. Sontag, S. (2001). Illness as metaphor and AIDS and its metaphors. Macmillan

  7. Foucault, M. (2002). The birth of the clinic. Routledge.


110 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page