top of page
beyaz logo.png

Rosenhan Deneyi


 

Yasemin Serbes-Tıp Fakültesi, Medipol Üniversitesi

 

Her şey, Stanford Üniversitesi’nde, hukuk ve psikoloji profesörü olarak görev yapan David Rosenhan’ın aklına takıldığı bir soruyla başladı : “Eğer delilik ve akıllılık mevcutsa onları nasıl bilebiliriz?”[1]. 1973, yılında Rosenhan’ın yaptığı “Pat Deneyi” veya “Rosenhan Deneyi” deneyi olarak bilinen araştırma sonucu yayınladığı makale, psikoloji ve psikiyatri dünyasına yeni bir bakış kazandırmıştır.


Rosenhan’ın Deneye Başlama Süreci


Rosenhan, anormal ile normali, delilik ile akıllılığı ayırt etmede basit verilerin yeterli olmadığını öngörür. Akıl hastalığı, şizofreni veya akıllılık gibi kavramların güvenirliliği konusunda şüpheye düşer. Psikolojik hastalıkların var olduğuna, anksiyeteye, depresyona inanır fakat “akıllılık”, “anormallik” gibi kavramların keskin sınırları olmadığını düşünür. 1934 yılında, antropolojist ve aynı zamanda psikyatri ve psikoloji ile ilgilenen Ruth Bennedict’in normallik ve anormalliğin evrensel olmadığını iddia etmesi, bir kültürde normal olanın diğer kültürde anormal olarak algılanabileceğini öne sürmesiyle kafasındakilere bir cevap bulmaya karar verdi.[1]


Deney Aşaması


Deney sürecinde, Rosenhan’ın kendisi de dahil olmak üzere toplamda sekiz kişi kendilerinde bir sorun olduğunu iddia ettiler ve farklı hastanelerle görüşmeye gittiler. Bu sekiz kişi farklı meslek gruplarından ve farklı yaşlardan, kişilerden meydana gelir. En genç olanı 20 yaşlarında psikoloji mezunu bir öğrenci iken diğerleri ondan daha yaşlıdır. Üç tanesi psikolog, bir tanesi ev hanımı, bir psikiyatrist, bir ressam ve bir tane çocuk doktorundan meydana geliyorlardı. Bu sahte hastalardan üç tanesi kadın, beş tanesi de erkekti. Fakat sağlık alanında görev yapanlar, gittikleri hastanede, hastane çalışanları tarafından dikkatleri çok çekmemek için başka bir mesleğe mensup olduklarını söylediler. Sahte hastaların varlığı – Rosenhan’ın kendisi hariç çünkü onun varlığını hastane yönetmeliği ve baş psikiyatrist biliyordu- hastane görevlileri tarafından bilinmemekteydi. Süreç şöyle işliyordu : Sahte hastalar farklı hastanelerden randevu alıp belirsiz bir sesin “boş”, “düşme sesi” ve “boşluk” kelimlerini söylediklerini belirtiyordu, iddialarına göre; bu sesler kendi cinsiyetleriyle aynıydı.[2] Deneyde, bu semptomların seçilmesinin sebebi, bunların varoluşçu semptomlarla ilgili olmasıydı ve varoluşçu semptomların da tek bir raporu yoktu. Bunların haricinde hastaların geçmişi, geçmişinde yaşadığı belirleyici olaylar hakkında bir değişiklik yapılmadı. Hastanelerin psikiyatri bölümüne alındıktan sonra da sahte hastalar anormallik taklidi yapmayı bırakmışlar ve normal, eskiden oldukları gibi davranmaya başlamışlardı. Onlar da diğer hastalar gibi ne zaman taburcu olacaklarını bilmeden hastaneye girmişler, her birine de kendi yöntemleriyle, hastane yetkililerini ikna ederek oradan taburcu edilecekleri söylenmişti. Fakat, hastaneye girdikten sonra normal davranmalarına rağmen sahte hastalar asla tespit edilemediler. On iki başvuruda on birine şizofren, birine de manik depresif psikoz (bipolarlık) teşhisi kondu. Hastalar en sonunda kendi imkanlarıya taburcu olabildiklerinde bile – en az 7, en çok 52 gün kaldılar- kimse onların mental olarak sağlıklı olduğunu düşünmüyor, hastalıklarının remisyon (gerileme) döneminde olduğunu iddia edilerek bırakılıyorlardı.


Sahte hastaların, mental olarak sağlıklı oluşlarının anlaşılamamasındaki sebebin akıllı gibi davranmadıklarından kaynaklandığı söylenemez. Çünkü hemen hepsinde – özellikle bazıları ilk defa psikiyatri bölümünde kaldığı için doğal olarak gergindiler- hasta yakınları onlarda herhangi bir bozukluk fark edememişti fakat hastalar farkına varmaya başlamıştı. Çünkü deney sürecinde, sahte hastaların bir diğer görevi de orası hakkında günlük rapor tutmaktı. Akıl hastası olarak kabul edildikleri için de kimse onların durup dururken yazmasını absürd bulmuyordu. Sadece hastalardan birkaçı (118 hastadan 35’i) bu davranıştan şüphelenmiş ve onları gazeteci olmakla suçlamıştı. Personelin bir şeyden şüphe etmeyip hastaların fark etmeye daha yakın olması, bu noktada akıllarda zamanında soru işareti yaratmıştır.[2]


Bu deneyden sonra teknik bir hastanenin görevlileriyle ikinci bir araştırma yapıldı. Bu araştırmada öncekinden farklı olarak hastanede çalışanlar kendilerine bu üç ay boynca sahte hastaların gönderilebileceği konusunda bilgilendirildiler. Her bir personelden gelen hastanın akıl sağlığı konusunda da 1 en hasta olanı belirtmek üzere 10’luk bir ölçekte değerlendirme yapması istendi. Hastalarla direkt iletişimde bulunan ve onlara karşı sorumlu olan personel tarafından 193 hasta verisi üzerinden bir kanı oluşturuldu. Buna göre, 41 hasta en az bir sağlık personeli tarafından sahte hasta kabul edilmiş, 19’u da hem bir psikiyatrist hem de bir personel tarafından şüpheli olarak adledilmişti. Fakat, Rosenhan’ın açıkladığına göre o süre boyunca oraya hiç sahte hasta gönderilmemişti. [1]


Sonuç

Deney bu anlamda şaşırtmakla birlikte “akıllı insanlara deli deme” eğiliminin tam tersinin de mümkün olduğunu gözler önüne seriyor.[2] Deney, psikolojinin henüz yeterli miktarda gelişmediği zamanda yapılsa da “hastalığın tanısının ya da gerçekten olup olmamasının” belirlenmesinde büyük boşluklar olduğunu gösteriyor. Rosenhan’ın bu çalışmaları sonucunda APA (American Psychological Association) akıl hastalıkları hakkındaki el kitabını değiştirdi ve psikolojik rahatsızlıklardaki tanı ve tedaviye karşı farkındalığın artmasında bir bilinç yarattı.





Referanslar

  1. Rosenhan, D. (1973, January 19). On Being Sane in Insane Places. Retrieved November 11, 2020, from https://science.sciencemag.org/content/179/4070/250

  2. (n.d.). UW Departments Web Server. https://depts.washington.edu/psychres/wordpress/wp-content/uploads/2017/11/100-Papers-in-Clinical-Psychiatry-Psychiatric-Diagnosis-On-being-sane-in-insane-places..pdf




849 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page